Henüz kendini tam olarak tanıyamamış insan, farklı özellikleri bünyesinde taşıyabilen, adeta “Alemin numunesi” olarak yaratılmış yegane varlıktır insan. Rab’bi tarafından ”Yaratılmışların en şereflisi” olma payesine mazhar olması da bu özelliklerine eklenince, insan haklı olarak kendini dünyanın merkezi konumunda görmeye başlamıştır.”Yeryüzünün Halifesi” sıfatı ile taltif edilmesi de o’nun aslında boşuna yaratılmadığı, bilakis sorumluluk bilinciyle üstlendiği, yapması gerekli birtakım görevleri olduğu, hesap verme ve hesaba çekilmeye muhatabın da kendisi olduğu/olacağı anlamına geldiğinden bi haber bu emaneti üstlendiğini, kimileri farkına varmadan kimileri de unutarak, gaflette bulunarak günlük yaşantılarını devam ettirdiklerini görüyoruz.
Hakikaten de içinde insan denilen varlığın olmadığı hiçbir ortamın tek başına bir anlam ifade etmediği de bir gerçekliktir. Sahiden de insan olmayınca diğer yaratılmış bütün canlı ve cansız varlıkların var olmalarının bir ehemmiyet kazanmaları, ancak insanla anlam kazandığı da inkar edilemez. Zira yaratılmış her şey insana göre dizayn edilmiş ve ona uyumlu olacak şekilde programlanmıştır. Çünkü; insana verilen “Adil olma” ve “Adaletle hükmetme” meziyeti ve kabiliyeti sayesinde yeryüzü yönetildiği takdirde her yaratılmış varlık o zaman bir kıymet ve değer ifade etmeye başlar.
İnsana verilen bu payeler karşılığında kendisinden istenen sadece bunları karşılık beklemeden “Vereni tanıma” ve bir “Teşekkür” iken bunu bile külfet gibi görmüş, yetmemiş çeşitli bahaneler üreterek “Nankör olma” vasfını öne çıkartıp sürekli şikayetlerde bulunmuş, verilen ni’metleri bir lütuf olarak görmemiş/görememiş, üstelik verilenleri yeterli olarak görmediğinden sürekli “Şekva” (Yakınma) halinde olmuş, “Huzursuz insan” profili çizmiştir.
Kendisine verilenlerin farkında olmadan toplumun her katmanında varlığını idame ettiren insan zahiren üstü örtülü “Ruh” dünyasında aslında huzursuz olduğu, mutlu olmadığı birebir ve yüzyüze yapılan görüşmelerde bile dile getirildiğine şahit oluyoruz. Halbuki daha birkaç yıl öncesine kadar insanın günlük hayatını bu kadar kolaylaştıracak ürünlere sahip olunacağı, yiyecek olarak damak tadının bu kadar çeşitleneceğini tahmin dahi edemiyen insanoğlunun hayal ettikleri, bazılarına da ancak cennette sahip olunabileceği söylenen şeylerin hemen hemen bir çoğu gerçekleşmiş durumdadır. İmkanı olmayanları bir kenarda tutsak bile, bugün her ni’mete ulaşma imkanı olanların bile gerçekte mutsuz olduklarını gözlemliyoruz. Akla hemen şu soru geliyor. Bedensel ihtiyaçları karşılanan insan, acaba neden hala mutsuz? Cevap olarak elbette onlarca neden sayabiliriz. Ancak biz bunlardan sadece birini ele almaya çalışacağız.Diğer saikleri de inşaallah başka seferlere.
Kanaatimizce insanın mutsuz ve huzursuz olmasının en önemli, belki de en önde gelen nedenlerin başında insanın bizzat kendisi gelmektedir diyebiliriz. Yani mutsuzluğun üretim merkezi ve menbası da bizzat insanın kendisi olduğu kabul edilmelidir.
Toplumda hemen hemen her şekvacı (Şikayet, Yakınma) kişisinden şunları duymuşuzdur. ‘‘Eşimden kaynaklanan sorunlar yüzünden mutsuzum”, ”Aslında benim pek bir sorunum yok, maaşım yetmediği için huzursuzum”, “Çocuklar olmasa benim hiçbir sorumun yok”, “Komşulardan dolayı mutsuzum”, “Öğrencilerden kaynaklı sorunlarım var”, “Kayın Validem olmasa”, “Kayın Babam olmasa”, “Kardeşlerim olmasa”, “İşyerindeki arkadaşlarımdan olmasa” vs. gibi çeşitli şikayetlerle mutsuzluklarını dile getirenleri duyarız hep.Bunları çoğaltmak da mümkündür.Şu tespiti yapmak için bu örnekleri veriyoruz; Hemen her insanda hakim olan kanaat şudur; “Sorunlar benim dışımda cereyan ediyor, huzursuz ve mutsuz olmamın nedeni de dışarıdan kaynaklı sebeplerden oluşuyor.” Yani benim dışımdakiler beni mutsuz ve huzursuz ediyor, demek istiyorlar.
Görüleceği gibi herkes pergelin sivri ucunu kendinde tutarak diğer ayağı ile daireler çiziyor. Yani her şey ona endeksli, her türlü ilşkide fedekarlık karşıdan bekleniyor.Oysa, Allah bile “Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah’ta size yardım eder” diyor. Demekki beklentilerin gerçekleşmesi tek taraflı olmuyor. Karşılıklı müşterek gösterilecek fedekarlıklarla gerçekleşebiliyor. Ayrıca ”İnsan ihsanın kölesidir” derler. Yani, her insan yapılan iyiliğin karşısında bir mahçubiyet duygusu hisseder gerçeğine istinaden mutsuz olmayı kendi dışından kaynaklı ve hep karşı tarafa yükleyenlere şunu sorabiliriz; “Seni üzen kişilere, seni mutsuz eden şeylere karşı sen nasıl bir muamelede bulundun ve ne tür fedekarlıklarda bulundun/bulunuyorsun? yetmeyen maaşa karşılık sen nasıl bir kanaat sahibisin, insanlara karşı sabrını ne kadar kullanabiliyorsun, karşılık beklemeden kime/kimlere ne tür fedakarlıklarda bulundun/bulunuyorsun? diye soracak olsak, acaba soruların ne kadarına olumlu cevaplar verilebilir.
Halbuki, “Kendin için istediğini kardeşin için de istemedikçe kamil manada mü’min olunmaz.”, “Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma!” gibi erdemli davranışları sürekli karşı tarafdan beklemenin “Bencillik” (Egoistlik) sayıldığı, karşılıklı yapılan iyiliklerin de “Ticaret” yani alışveriş yapma olduğu bilinmelidir. Her iki halde de insan yapılanlardan pek de mutlu olmaz, bu davranışlar insana mutluluk da vermez/veremez de. Çünkü, kendi dışındakiler ile bağı beklentilere göre konumlandırmanın her an değişme ihtimali olacağı/olabileceği endişesi taşıma düşüncesi kişiyi içten içe huzursuz eder/edebilir.
Halbuki, hiçbir beklentisi olmadan, “Gelmeyene gitmek”, “Vermeyene vermek”, “Sormayanı sormak” gibi tutum ve davranışlar kişiyi beklenti içine sokmayacağından, yapılanlar hem kendini huzurlu eder, hemde bu davranışların sürekli hale dönüşmesi durumunda çevresinde kendiliğinden ona karşı bir saygınlığın oluştuğu görülür ki, bu da kişiyi mutlu ve bahtiyar eder. Artık kişinin konuşmasına gerek kalmaz, zira vermek istediğiniz mesajlar davranışlarınıza sirayet ettiğinden, artık sizi tanıyan insanlar zaten sizi “Rol model”, (Örnek İnsan) olarak görmeye başlarlar zaten. İşte bunları hissetmeniz, duymanız ve görmeniz sizi son derece mutlu eder. Yaşadığınızdan o zaman zevk almaya başlarsınız.
İnsan muhtaç olduğu şeyi başkasına vermek istemez. Zira ona kendisi muhtaçtır. Öyleyse birşey istenecekse şayet, ihtiyacı olmadığı gibi kimseye de muhtaç olmayan, kendisinde bolca bulunandan istenmelidir. Bütün insanlar huzurlu ve mutlu olmayı istediklerinden, kendileri zaten muhtaç durumdadırlar.Muhtaç olan biri senin ihtiyacını nasıl karşılasın ki. Hem kendisi muhtaç hem de yaratılışında “Cimrilik” olan birisinden niye birşey isteyelim ki, herhese hiçbir ayırım yapmadan sürekli verecek kadar “Cömert” olan biri varken. Öyleyse, kişi önce istediği şeyin ne olduğunu bilmeli, sonra da müracaat edeceği yeri ve başvuracağı mercii iyi bilmelidir.