Sekiz milyona yakın öğrenci, 77 bine yakın öğretmen
İki bölümden oluşan ve Dünya’da ve Türkiye’de üniversite ve yüksek öğretimi ele aldığım bu yazı dizisinin ilkinde, Türkiye’deki üniversitelerimize değinmek istiyorum…
Türkiye’de 2020 verilerine göre, 129 devlet, 73 vakıf, 5 vakıf meslek yüksek okulu olmak üzere 207 üniversite bulunmaktadır. Ön-lisans, lisans, yüksek-lisans ve doktora dahil edildiğinde devlet üniversitelerinde 4.216.377, özel (vakıf) üniversitelerinde 400.255 olmak üzere 4.616.632 öğrenci öğrenim görmektedir. O arada 4 milyona yakın açık öğretim fakültelerinde okuyan üniversite öğrencimiz vardır. Tüm üniversite sistemimizde 76 bin 615 öğretim üyesi, öğretim elemanı, konuk öğretim üyesi/elemanı, görev yapmaktadır.
Nitelik, Araştırma Kıvamı, Atıf Sayısı
2020 yılında Dünya genelinde 93 ülkedeki 1500 üniversite temelinde yapılan bir araştırmaya göre nitelik olarak üniversitelerimiz ne yazık ki istenilen sıraları alamamıştır. Dünya Ekonomik Forumu yayın organlarından açıklanan ve Bloomberg kaynaklarına dayanan araştırmada üniversiteler; öğretimin niteliği / araştırma etkinliği / akademik atıf sayısı / uluslar arası prestij / üniversitenin gelirleri gibi beş temel kategoride verilen puanlarla sıralanmıştır.
1500 arasında 400.sıradan başlamak
Buna göre;
%1’i yabancı olan 7.492 öğrencisiyle Çankaya Üniversitesi, Türkiye’mizden birinci ancak 1500 dünya üniversite arasında 401. sıradadır. %6’sı yabancı olan 5.440 öğrencisiyle Koç Üniversitesi Dünya genelinde 1500 üniversite arasında hemen Çankaya Üniversitesi’nden sonra gelmektedir. Türkiye’den diğer üniversitelerimizden bazılarının sıralamadaki yeri ise şöyledir: %3’ü yabancı 51.530 öğrencisiyle Hacettepe Üniversitesi 501. sırada, %3’ü yabancı 13.772 öğrencisiyle Boğaziçi Üniversitesi 601. sırada, %7’si yabancı 87.146 öğrencisiyle İstanbul Üniversitesi ve %6’sı yabancı 23.330 öğrencisiyle ODTÜ Boğaziçi’ni izlemekte, %2’si yabancı 43.518 öğrencisiyle Gazi Üniversitesi 1001. sırada yer almaktadır.
Eğitim sistemi genel olarak sorunlu
Dünya genelinde yapılan üniversitelerle ilgili “derecelendirme” çalışmasına bir sonraki makalemde, yazımın 2. bölümünde geri döneceğiz. Söz Türkiye’den ve üniversite öğreniminden açılmışken bazı tespitleri de anımsamakta yarar var. Kuşkusuz üniversite öğrenimi, alt basamakları oluşturan ortaöğretimden bağımsız olarak değerlendirilemez. Bu mantık doğrultusunda ortaöğretimin de ilköğretimden bağımsız olmadığı açıktır. Bu eğitim kademelerinin tümü bir diğerini tamamlar ve öğrenciyi hayata hazırlar. Ne yazık ki ülkemizde eğitim sistemimin genel sorunları günden güne artmakta ve ağırlaşmaktadır. Uzun yıllar izlenilen yeni-liberal ve özelleştirmeci politikalar etkisini eğitim alanında da göstermiş, öte yandan sosyal devletten uzaklaşılması sonucu devlet okulları fiziki donanım, alt yapı, kadro kalitesi açısından giderek gerilemiştir.
Müfredat, Ezbercilik, Elemeci sınavlar
Eğitim sistemimizin bir diğer sorunu ise müfredat yani öğretim programı (izlencesi) açısından belirmektedir. Müfredat yıllar itibariyle sıkça değiştirilmiş, mantık, sosyoloji, felsefe gibi derslere gereken önem ve yer verilmemiş, ülke gereksinimlerine ve dünyanın gerçeklerine uygun bir müfredatın belirlenmesinde uzmanlık alanlarından ve kurullarından yeterince yararlanılmamıştır. Bundan da ötede 2010’lı yıllar sonrasında, önde-gelen çocuk ve ergen gelişim uzmanlarının karşı çıkmasına rağmen 4+4+4 sistemi getirilmiş, bir diğer yandan pedagojik formasyona yeterince özen gösterilmemiştir.
Eğitim kademelerinde öğretmenlerin sorunları bu yazının kapsamını aşmakla birlikte, sistemin en değerli unsurlarından biri olan eğitmenlerin biriken sorunlarının sistemin genelini son derecede olumsuz etkilediğini hatırda tutmak gerekir.
Sonuçta ortaöğretimin ezberciliğe ve “not yarışına “dayalı alt yapısı, Türkiye gerçeğinde yüksek öğrenim kapısında yığılmalara ve elemeci, yarışmacı, test düzeninin başat aparat olduğu koşullarla tümleşmektedir. Bu koşullarda gençlerimizi başarısı rastlantılara bağlı bir hayat beklemektedir.
Yeni bir sınav sistemi önerisi
Bu bağlamda üzerinde sıkça tartışmalar açılan üniversiteye giriş sınavları gözden geçirilebilir. Elbette ihtiyaçların çok olanakların kısıtlı olduğu bir ortamda bir eleme yapılacaktır. Ancak bu elemenin tek oturumlu ve merkezi sınavlardan başka çeşitlendirilmiş seçeneklerle de yapılması düşünülebilir. Örneğin belli üniversitelerin belirli programları aday öğrencisini lisenin ilk sınıfından itibaren notları ve ödevleriyle izleyebilir günü gelince de kendi bünyesinde ve birden çok ve bir günden fazla günlerde tatbik edeceği yazılı ve tamamlayıcı sözlü sınav sonucu öğrenciyi okula kabul edebilir. Bu yöntem ağırlıklı puanlar bazında uygulanabilir. Özcesi aynı aday öğrenci merkezi sınav sisteminde sınava da girer ve buradan aldığı puanlarla, başvurduğu üniversitenin tatbik edeceği puanlar belli bir ağırlıkla hesaplanarak, okula kabulü yapılabilir. Bu önerim, bir “karma sınav” sistemi olarak da okunabilir.
Özerklik, gücü özgürlüğünden almak
Türkiye’de üniversite ve yüksek öğretim yapısı önceki eğitim basamaklarının bir uzantısı ve ezberci sürenin bir tekrarı olma ağırlığındadır. Toplumda zamanla yaşanılan gerilimlerin ve düşünce ve anlatım özgürlüğüne ilişkin istenmeyen kısıtlayıcı ortamların da etkisiyle, yüksek öğrenim yaşamı, öğrenci açısından ufuk açıcı, öğretim görevlisi açısından uluslararası rekabete katılma şansını artırıcı bir iklimi oluşturamamaktadır.
Anayasa ile ilgili “yenileme” tartışmalarının açıldığı bugünlerde (ilk 4 maddenin değiştirilemeyeceğini herkes akılda tutmalı-BK) 1980 Anayasanın eşliğinde gelişen YÖK’ün işlevselliğinin ele alınması yararlı olabilir... 1961 Anayasa’sından bu yana üniversitelerde “özerklik” kavramını hayata aktarmaya çalışan bir ülke olarak, bugün üniversitelerin gerçekten erki yani gücü özgürlüğünden gelen, bu doğrultuda da akademik idari kadrolarını kendileri belirleyen kurumlar olmasına özen göstermek gerekir.
Diplomalar meslek vermeli
Türkiye’de üniversite ve yüksek öğretimin bir başka sorunu öğrenciye geçerli mesleklerin verilmesinde belirmektedir. Çağdaş ve güncel bir öğretim programının eşliğinde öğrenciyi pratik ve stajlarla donatan bir sürecin olgunlaştığı söylenemez. Sonuçta diploma verilmekte ancak meslek kazanılamamaktadır. Yüksek öğretimimizi hızla meslek veren kurumlar haline getirmek zorundayız.
Mesleki-Teknik eğitim
Bu bağlamda hayatın yeni gelişen meslek alanlarına yanıt verecek programların yapılandırılması kadar, giderek daha az talep ve rağbet gören meslek dallarıyla ilgili programların ise öğrenci kapasitesi ve öğretim elemanı havuzu açısından daraltılması uygun olacaktır.
Türkiye’nin gerçekliğinde temel bir sorun olarak kalkınma/ gelişme vardır. Gelişmemizi sağlamak için sanayinin, ticaretin, hizmetler sektörünün ve tarım endüstrisinin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştirmek zorundayız. Bu bağlamda Mesleki-Teknik eğitime ayrıca önem vermek gerekmektedir. Bu gerçeğe karşılık ülkemizde Mesleki-Teknik eğitim yıllara sari şekilde adeta ricat etmiş ve toplam kalite açısından ne yazık ki gerilemiştir.
Oysa gelişmiş ülkelerin hemen tümünde mesleki-teknik eğitim, yaygın tanımlamayla “ara insan gücü” topluma da devlete de büyük katkılar ve katma değerler sağlamıştır. Türkiye bir zamanlar bugünlere göre çok daha fazla önem verdiği mesleki teknik eğitime, öğrenime bugünlerde de aynı derecede hatta daha fazla önem vermek zorundadır.
Üniversite geleceğimizdir
Türkiye’de üniversite eğitiminin öğrenciler, öğretim elemanları, idari kadrolar, kurumlar, kademeler, öğretim programları, okulların fiziki donanım olanakları, staj ve pratik, sınavlar, seçme sınavları ve daha bir dolu sorun alanına karşılık geldiği aşikardır. Bu sorunların aklın bilimin ışığında çözüm yollarını, imparatorluktan başlayarak Cumhuriyet’le taçlanan üniversite ve yüksek öğrenime önem veren geleneğimizden edindiğimiz deneyimlerle birleştirerek, dünyanın gerçekleri ve ülkemizin gereksinimleri doğrultusunda bir yüksek öğrenim sistemini yapılandırmak, evrensel ve ulusal niteliğiyle üniversitelerimizi konumlandırmak, yaşamsal önemde ödevimiz ve görevimizdir…