Gelenek ve görenekler her toplum için farklılık gösterir. Her gelenek ve görenek de oluştuğu toplum içinde saygınlık görerek, kuşaktan kuşağa aktarılır. Her gelenek ve görenek geçmişten günümüze kültürel kalıntı taşır elbet. Bu nedenle değerli ve saygı duyulması gerekir. Ancak, bizim toplumumuzda günümüze değin gelen bazı gelenekleri eleştirmek istiyorum açıkçası. Elbet bu gelenekleri yerine getirenlere saygı duyarım, ancak içinde bulunduğumuz şartlar ve gelişen bir dünya içerisinde bakış açılarının değişmesi için, bazı geleneklerimizi yanlış buluyorum.
Özellikle, toplumumuzda evlilik ve kadınlar ile ilgili süregelen kimi geleneklerin kadının değerini düşürdüğüne inanıyorum. Ya da daha doğrusu, bu geleneklerin kadın erkek eşitliğinde kadını daha alt seviyelerde tuttuğunu düşünüyorum.
Özellikle evliliklerde “baba evinden çıkan” geline kırmızı kuşak bağlanması geleneği artık değişmeli. Günümüz toplumunda bağımsızlıklarını kazanan kadınlar, bu gelenek içerisinde birine bağlıymış ya da (çok affedersiniz) birinin malıymış gibi algılanmamalı. Ki zaten, kadın tek başına bağımsız bir bireydir ve kimsenin evlenecek olan bir kadını birine teslim etmesine gerek de yoktur. Ya da birinin, kadını teslim almasına…
Bir de modernleşen dünya içerisinde her ne kadar değiştiğini düşündüğümüz ama değişmeyen ‘görücülüğe gitme’, ‘kız isteme’, ‘kız verme’ gibi gelenekler var ki, başlı başına kadının niteliğini düşürüyor. Zaten bu ‘kız verme’, ‘kız alma’ kavramları bile kadının niteliğini düşüren kavramlar değil mi?
Ne zaman bu kavramları duysam mesela, aklıma Sabahattin Ali’nin söylediği o sözler gelir: “Kadın bir erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz, (almak-vermek) bu tabirler kadını kıymetten düşüren, ona en hakir mahiyeti veren şeylerdir ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkarmalıdır; bilmelidirler ki iki cins birbiriyle hayatlarını birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi değil, ortak, hayat ortağı demektir. Bu hukuk müsavatı kadınlarımızın şuurunda yer ettikten sonra onların kuvvetli ve hakiki bir insan olmak için dimağı ve fikri sahada da yükselmek isteyecekleri de tabiidir. Memleketimizin kadın ve erkeklerini, biri diğerini sürükleyen ve taşıyan değil, el ele ve aynı tempoda yürüyen iki mahluk olarak göreceğimiz günün uzak olmamasını dilerim.”
Sabahattin Ali’nin söylediği bu sözler aslında ne kadar naif ve anlamlı… “Öncelikle bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkarmalıdır” derken, aslında ne büyük bir laf ediyor değil mi? Doğru, günümüze kadar gelen bu geleneklerin değişmesin de aslında en önemli görevin yine biz kadınlara düştüğünü söylüyor. Çünkü hayatı değiştirenin, daha doğrusu hayata farklı bir yön verenin kadınlar olduğunu biliyor. Ve bu yüzden kadınların mahiyetten düşüren her kavrama, her duruma karşı çıkıyor. Ve bu yüzden kadın ve erkeğin aynı tempoda yürüyen iki kişi olarak görüldüğü günlerin temennisinde bulunuyor.
Tıpkı, Cumhuriyetin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi, “Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”