TÜİK verilerine göre ülkemizde son on yılda 482.908 kız çocuğu devletin izniyle evlendirilmiş. 2019 yılında 474 kadın cinayeti işlenmiş. 2020 yılının ilk on ayının verileri ise şöyle: Ocak 27, Şubat 22, Mart 29, Nisan 20, Mayıs 21, Haziran 27, Temmuz 36, Ağustos 27, Eylül 53 ve Ekim’de 36 kadın öldürüldü. (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Raporları)
İnsan Hakları Derneği, İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Raporuna göre ülkemizde son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin kız çocuk doğum yapmış.
Ne olmuştu da dünyanın birçok ülkesinden önce kadın hakları konusunda devrimler yapan Türkiye Cumhuriyeti’nde kadın bu hale gelmişti?
Kısaca tarihsel sürece bakarak sorunu çözümlemeye çalışalım.
Afet İnan “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler” eserinde Eski Türk kavimlerinden, Eti (Hitit) hükümdarı Hattuşil ile Mısır kralı II. Ramses arasında M.Ö. XIII. yüzyılda imzalanan anlaşmada Hattuşil’in mühürünün yanında kraliçe Budu-Hepa’nın da mühürü bulunduğunu anlatır ve karşı tarafta sadece Mısır kralının mührünün bulunduğunu belirtir.
Türk kavimlerinde hakanın yanında, hatunun da yer aldığı, yabancı elçilerin kabulünde her ikisinin de hazır bulunduğu bilinmektedir. Asya’yı gezen Arap seyyah İbn Battuta, Türk kavimlerinde taht mevkiinde hatunun veliaht ve prenslerden önce yer aldığını, bir harem hayatının olmadığını kaydeder.
Türkler Müslüman olduktan sonra da kadının özgürlüğü bir süre devam eder. Örneğin Anadolu Türklerinde, Ahilikte kadın örgütlenmesi olan “Bacılar Teşkilatı” vardı.
Osmanlı döneminde yönetim biçimi monarşik ve teokratik bir yapıdaydı. Dolayısıyla bireylerin siyasal haklarının konu edilmediği böyle bir yapıda kadınlar; dinsel hukuk kurallarına tabiydiler. Bu kurallara göre kadın-erkek ilişkilerinde; kız çocuklarının yaş sınırı yoktu. Bu sebeple ‘buluğa erdi’ denilerek küçük kız çocukları evlendirilirdi. Evlenmede kadının söz hakkı yoktu. Çok eşlilik yaygındı. Boşanma erkeğin isteğine bağlıydı. Mirasta ve şahitlikte kadın-erkek eşit değildi.
Yine Afet İnan: 1876 Kanun-i Esasi’nın kabulü ile meşruti yönetime geçişte de kadınlar için siyasi hakların söz konusu olmadığını, 1908 ikinci meşrutiyet döneminde de seçim maddelerinin aynen kaldığını belgeleriyle açıklamıştır.
Kadının eğitim, öğretim hayatı da son derece sınırlıydı. 19. yüzyıl sonrasında çok yetersiz düzeyde bazı kız okulları açılmıştı. Kadınların okuma yazma oranı çok düşüktü. Kadınların devlet tarafından belirlenen kıyafet dışında sokağa çıkmaları, erkeklerle, arabada, vapurda ve tramvayda yan yana oturmaları yasaktı.
Osmanlıda var olan bu bağnaz düşüncelerin değiştirilmesi elbette kolay değildi. Bunu Sinan Meydan, “Atatürk Etkisi” eserinde “Bu bağnaz düşünceler Milli Mücadele Meclisinde bile devam etti.” ifadesiyle açıklar ve süreçte yaşananlardan örnekler verir. 1921’de Atatürk’ün Ankara’da düzenlediği Maarif Kongresi’ne kadın öğretmenlerin katılmasının, 1923 nüfus sayımında kadınlarında sayılmasının Meclis’te tepkiyle karşılandığını ve 1924 Anayasasında kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin reddedildiğini belirtir.
Adımlar doğru zamanda ve doğru hamlelerle gerçekleştirilmeliydi. Nihayetinde Cumhuriyet Türk kadınını birçok batı ülkesinden daha önce çağdaşlıkla buluşturdu. İlk adım 3 Nisan 1930 tarihinde kabul edilen Belediye Kanunu ile atıldı. 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim Kanununda yapılan değişiklikle Türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkı verildi.
Şimdi Afet İnan’ın “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler” eserinden “İlk Köylü Kadın Milletvekili” hatırasıyla kadınların siyasi hakları konusunda alınan yolu birlikte görelim.
“Sıcak bir yaz mevsiminde otomobille Kızılcahamam yolundayız… O zamanki şose Zir Ovası’ndan giderdi. Yol boyunca bütün köylüler, Atatürk geçecek diye çıkmışlar, kısım kısım yerlerde toplanarak, ağaç dallarından çardaklar yapmışlardı. Kazan köyüne yakın bir yerde durduk… Atatürk üstü kapalı yanları açık bir otomobilde… Otomobil durdu. Fakat o topluluktan hemen cesaret edip yaklaşan olmamıştı. …Onların arasından birdenbire sırma işlemeli en güzel köylü elbisesini giymiş, yağız çehreli bir kadın otomobile yaklaştı. “Paşam hoş geldiniz. Senin için yer hazırladık, ayran yaptık, insene.” dedi.
Atatürk nezaketle yolumuzun uzun olduğunu ve her yerde durmanın mümkün olamayacağını anlattı. Fakat aynı zamanda da bana “Bu kadın kimmiş, sorsana.” dedi. Ben onunla konuşurken diğer erkekler de cesaret alarak Atatürk’e yaklaşmışlar ve onun çeşitli sorularına yanıt veriyorlardı.
Satı kadından öğrendiğim şu idi. Kendisi kazan köyünün muhtarı imiş ve seçimle köy yönetiminin başına yeni geçmiş. Muhtar Satı kadın ayranı otomobile getirtti. İçtik ve ondan köyü hakkında bilgi aldık. Tekrar yola koyulduk. Atatürk: “İşte mebus olacak kadın” dedi.
Satı kadın Türk köylü kadınının cesur bir sembolü olarak karşımıza çıkmıştı. …Atatürk bu muhtarı ve köyünü kaydetmemi emir verdi.
Satı kadının kişiliğinde Türk köylü kadınının milletvekili adaylığını görmekle gururlu idim.”
Satı kadın 1935 seçimlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne seçilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın milletvekillerinden biri olmuştu. 1935 meclisinde 17 kadın milletvekili vardı.
Cumhuriyet kadını köle, cariye olmaktan kurtarıp onu eşit yurttaş yapmıştır. Bugün içine çekilmeye çalışıldığımız karanlığa kadınlarımız asla teslim olmayacaktır. Türk kadını tarihinin en zor dönemlerinde hep vardı ve hep var olacaktır.