SEDA TOLMAÇ
TİCARİ Hayat Gazetesi olarak kişinin zihin gelişimine de katkı sunan filografi sanatının inceliklerini Senem Gümüşay ile konuştuk. Gümüşay ile gerçekleştirdiğimiz söyleşinin devamı şöyle;
Sizce, filografi sanatı neden diğer el sanatlarının gerisinde kaldı?
Filografi sanatının anlayışı zorlayıcı ve sabır gerektiriyor. İşin içinde çivi ve teller var. Ortaya çıkardığınız eser, çok güzel görünse de o eseri ortaya çıkarırken yaşadığınız süreç, zorlayıcıdır. Örneğin, kıvrımları çok olan bir çalışma yapıyorsanız, çivileri çok ince detaylarla çakmanız gerekiyor. Sanıyorum bu gibi nedenlerle çok fazla yapılan, uygulaması olan bir sanat anlayışı değil. Ama bu sanatı ciddi anlamda yapan kişiler de azımsanmayacak sayıda.
Ben 28 yaşımdayım. Bu sanatla ilgilenen benden yaşça çok büyük ustalar var. Ben onların yolundan gitmeyi çok istiyorum. Ben bu sanatı gölgede kaldığı için yapmıyorum. Bu sanatı yaparken keyif alıyorum. Bir de filografi yaptıkça, çok fazla seçeneğin olduğunu görüyorsunuz. Mesela, siz bir çalışmayı yaparken o çalışmadaki renk geçişlerinin ortaya farklı bir şeyler çıkarabildiğini görüyorsunuz. Yani aslında size açılan gizli bir dünya var.
Günümüzde meslek edindirme kurslarında veya atölyelerde sanat eğitimleri veriliyor. Bu merkezlerde eğitim alanlara da sertifika veriliyor. Sadece buralarda alınan bir eğitim ve sertifika o sanat alanında ilerlemeye yeter mi?
Aslında kritik bir soru. Bazılarımız ciddi anlamda sanat eğitimi alarak bu işi yapmaya çalışıyor. Mesela ben kendimi geliştirmek adına birçok şey yaptım. Bu alanda lisans ve yüksek lisansımın yanı sıra çeşitli çalışmalar içerisinde yer aldım. Müjdat Gezen Sanat Merkezinden eğitim aldım. Birçok sergi gezmeye özen gösterdim.
Sanat öyle bir şeydir ki, sadece eğitimden ibaret bir şey değildir. Sadece yaratıcılıktan ibaret de değildir. Aslında tüm bunların karmasıdır. Ne sadece 2 aylık bir eğitim sonunda verilen sertifika ile ne de 10 yıllık eğitimin ardından sanatçı olunabiliyor. Tabii ki, akademi eğitiminin ön kabulü vardır. Orada eğitim aldığınızda zaten bir altyapınız oluşmuştur. Ama akademide önemli olan oradaki ön kabulünüzün üzerine ne koyduğunuzdur. Dolayısıyla “Sanatçı kimdir?” diye sorduğumuzda, bu sorunun cevabını günümüzde kimsenin verememiş olduğunu düşünüyorum. Birinin sanatçı olup olmadığına genelde toplum karar veriyor. Bu da bir süreç demek. Sizin sanat alanında bir birikiminizin olması, o birikimle kendinizi topluma sunmanız ve toplum tarafından kabul görmeniz gerek. Bu nedenle ne yıllarca eğitim almış olmak ne de birkaç aylık bir eğitim almış olmak tek başına yeterli olan bir şey değil. Burada kişinin kendini geliştirmesi ve o sanatsal kişiliğe sahip olması gerekiyor. Yaratıcı dünyaya hakim olması ve bunu iyi bir şekilde yansıtması gerekiyor.
Yurt dışı deneyiminizin olduğundan bahsettiniz, orada filografi sanatı biliniyor mu?
Hayır, pek bilindiğini söyleyemem. İspanya’da bulunduğum zaman Türklerin daha çok minyatür ve seramiklerinin bilindiğini gördüm. Hatta çalıştığım okulda da benden seramik yapmam istenmişti ve özellikle Türk motifleri istediklerini söylediler. Ben de severek istenilen çalışmaları yaptım. Küçük saksılar yaparak, üzerine Osmanlı motifleri işledim. Bu motiflerde çiçek, kuş figürleri yaptım. Ve o saksıları hediye ettim. Ama filografi sanatının orada bilindiğini görmedim. Sadece bizim seramik ve minyatürümüzün bilindiğini ve sevildiğini gördüm.
“Kendi kültürümüze önce biz sahip çıkmalıyız”
O zaman filografi sanatının hem ülkemizde hem de diğer ülkelerde bilinirliğini artırmak için ne yapmak gerekir?
Yurt dışında bilinirliğini artırmak için büyük hareketler gerekir. Bu büyük hareketler için de önce kendi ülkemizden başlamak gerekir. Kendi ülkemizde bu sanatı bilinir hale getirdikten ve bu alanda çalışmalar yaptıktan sonra yurt dışında belli çalış-malar yapılabilir. Ülkemizde kendi kültürümüze ve sanatımıza yönelik yarışmalar yapılabilir ve bu yarışmalarda derece almış olanlardan bir ekip kurularak, bağlantılı bir şekilde, yurt dışına gönderilerek Türkiye’yi temsil etmeleri sağlanabilir. Ya da yurt dışındaki belli üniversitelerle veya sanat okullarıyla konuşulabilir ve oradaki öğrencilere filografi sanatımızı anlatan birkaç aylık bir eğitim verilebilir. Ama tüm bunlardan önce kendi ülkemizde bu sanatı tanıtmamız, öğretmemiz lazım. Önce kendi kültürümüze biz sahip çıkmalıyız. Biz sahip çıkmazsak, kimse bizim kültürümüzü merak etmez, kimse bizim kültürümüzden bir şeyler öğrenmek istemez. Bu nedenle bu iş önce kendi topraklarımızdan başlamalı ve daha sonra diğer ülkelerde yayılmalı.
“Türkiye, sanat anlamında henüz gelişme aşamasında”
Siz bir eğitimcisiniz. Peki siz Türkiye’de sanat eğitimini yeterli buluyor musunuz?
Bu soru bizlere hep sorulan bir soru ve aslında bizim de sorduğumuz sorulardan bir tanesi. Ben yurt dışına gittiğimde, orada ilk gözlemlediğim şey, bizim sanat eğitimimizdeki eksiklikler oldu. Gerçekten sanat alanında eksikliğimiz var. Mesela benim İspanya’da çalıştığım okul bir sanat okulu değildi, normal bir liseydi ve buna rağmen okulun sanat atölyeleri vardı. Atölyelerin içerisinde bir sanat okulunda olması gereken bütün malzemeler vardı. Bizde ise, sanat okulunda olması gereken malzemeler bile yeri geldiğinde o okulda eksik kalabiliyor. Bununla birlikte mesela ben performans sanatıyla ilgileniyorum demiştim ama Türkiye’de bu alanda eğitim veren bir okul yok, ben bunun için yurt dışına gitmeliyim. Dolayısıyla tüm bunlar bizde sanat anlamında bir eksikliğin olduğunu gösteriyor. Yine, bu anlamda bakıldığında da Türkiye’de sanat eğitiminin gelişen bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Yani, sanat anlamında daha gelişmekteyiz.
Günümüzde sosyal medya oldukça gelişen bir alan ve bu alanda çok sayıda sanatsal çalışmalarla karşılaşıyoruz. Sizce sosyal medyanın çok fazla sanatsal çalışmaları karşımıza çıkarması bir avantaj mı, yoksa dezavantaj mı?
Sosyal medyadan her şeyin öğrenileceği düşüncesi tehlikeli aslında. Çünkü insanlar sosyal medyada gördükleri çoğu şeye sorgulamadan inanabiliyor. Bu sosyal medyanın tehlikeli tarafı. Ancak bir şeyler yapıldığının bilinmesi açısından sosyal medya olumlu sonuçlar doğurabiliyor. Özellikle sanatın yayılma imkanı bulması açısından sosyal medyaya kötü gözle bakmıyorum. Örnek vermem gerekirse; ben Türkiye’de sanat çalışmaları yapan biriyim ve yurt dışına gidebilme imkanım yoksa, ben sadece kendi ülkemdeki sanatçıları ve onların çalışmalarını görmekle sınırlı kalırım. Ama sosyal medya bana sanat alanında öyle şeyler sunuyor ki, çeşitli programlar sayesinde yurt dışındaki bir müzeyi sanal olarak gezebiliyorum. Tabii ki, gerçek bir sanat müzesini görmek bambaşka bir duygu, ama eğer o an gerçekten görme imkanım yoksa ben sosyal medya sayesinde, sanal müze imkanından yararlanarak, dünyadaki diğer çalışmalardan geri kalmamış oluyorum.
Bu nedenle sosyal medya sanat anlamında insanlara birçok resmi, videoyu ve disiplini sunabilmesi açısından avantajlı. Ne kadar çok sanat eseri görürseniz, sanat anlamında o kadar gelişirsiniz.
Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Özellikle filografi gibi unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarının unutulma nedenlerinden biri de sanat okullarında bu çalışmaların üzerinde çok durulmaması. Biz Türk mitolojisi dersi alırken, filografi hakkında çok fazla bilgi almadık. Ben kendi merakımla bu alanla ilgilendim. Ancak yurt dışına baktığımda ben oradaki lise öğrencileriyle eski dönem sanatçılarını rahatlıkla konuşabiliyorum. Oradaki öğrenciler her şeyden önce, kendi sanatçılarına ve eserlerine çok hakimler. Onlar sanata, sanatçıya önem veriyor. Biz de buna çok önem verilmiyor. Sanat, hobi olarak görülüyor. Dolayısıyla birçok sanat da bilinmiyor veya bilinenler unutuluyor.